Total Pageviews

Thursday 11 March 2010

1. DÜNYA SAVAŞINDA MISIR SAVAŞ ESİRLERİ KAMPI VE TÜRKLER

DOĞU CEPHESİNDE DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK!

Barış yanlısı olmak o kadar basit bir şey değil. Savaşı gerektirmeyecek yapılanmaları talep etmeden önce savaşların getirdiği yıkımı idrak etmek gerektiği ve insanoğlunun bu eksikliğini hep gördüğüm için, savaş tarihi hep ilgimi çekmiştir. Tıpkı barışın ilerleme çabalarının ilgimi çektiği gibi. Ülkemizin askeri tarihçileri ve uzmanları tabii ki buradan sonra yazılacakların bir çoğuna vakıftır. Ancak, savasin tum resmini sivil halkın büyük kısmının gördüğünü düşünmüyorum, çünkü bu konuda yalnız Türkçe’de değil diğer dillerde de yazılmış kitap sayısı azdır ve ek olarak, bizi ilgilendiren İngiliz İmparatorluğu kayıtları ne yazık ki ikinci dünya savaşı sırasında Alman bombardımanında yok olmuştur, edilmiştir.

2004 Yılında yazılmış değerli bir araştırma “KATRAN KAZANINDA STERİLİZE” ile ilgili bilgiler elime geçti. Karaman'lı bir Türk Subayının Şam yakınlarında “Sidibeşir” adlı İngiliz esir kampında tuttuğu günlüklerden yola çıkılarak Ahmet Duru tarafından yazılmış bir kitap. İnsanımızın nedense Dünya savaşı denince sadece Çanakkale ve Kurtuluş Savaşlarını kısmen bildiğini, diğer cephelerin ise yaygın anlamda bilinmediğini düşünüyorum. Sadece birkaç Türküde yaşamaktadır söz konusu savaşçılar.
Bu kitapta mealen “ ... Harbiye Nezaretindeki arşiv kayıtlarına göre; 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütârekesine kadar; (202.152) Ordu mensubu, subay ve asker esir düşmüştür..Esir asker Yedek Subay Ahmet Altınay ve Yüzbaşı Rahmi Bey (Apak’ın) hatıralarına göre esir Türklere zulüm uygulanmış, sorguya alınan askerlere “Şimdiye kadar kaç Ermeni öldürdün?” suali yöneltilerek asirler üzerinde baskı yaratılmış, “….kayıt işleminden dezenfekte edilmek amacıyla katran kazanlarındaki ilaçlı suya sokularak siterilize edilmeye zorlanmışlardır.Donuk gözlü, yanık yüzlü bu zavallı esirler hastalıklardan korunmaya karşı değil, uygulanan yönteme karşıdırlar. Aynı kampta kalan İzmir’li Asım İsmet’in (Kütük) hatıralarında anlattığı üzere “Herkesin gözü önünde Türkçe (Soyununuz) komutu ile anadan doğma çırılçıplak soyunup (Giriniz) komutuyla; denize girer gibi; katran kazanlarına girmek esir Tük Subaylarına gayrıahlâki geliyordu. Yoğurt kıvamındaki katranlı sıvının vücudu yakan ateşine dayanmak kolay bir şey değildi. İngilizler katran kazanına girmeye nazlanan esirlere uygulanacak yöntemi de belirlemişti. Zorluk çıkaranlar ya Hintli askerler tarafından kırbaçlanıyor ya da sıcak kuma gömülerek kolayca iknâ ediliyorlardı Bu bir savaş suçudur. Bu durumda Seydibeşir Esir Kampının I. Dünya Harbi içinde ve sonunda İngilizlerin Türklere en kötü muamele ettikleri esir kampı olduğu iddia ediliyordu. 19 Eylül 1918 tarihinde Filistin Cephesinde Kefer Til Dümdar muharebesinde esir düşen askerler 12 Haziran 1920 ye kadar burada tutulurlar. Savaş boyunca kamplarda Osmanlı esir sayısının 150 bine kadar çıktığını belirten kaynaklar olduğu söyleniyor. Altında Atatürk'ün de imzasını taşıyan TBMM Zabıt Ceridesi'ne göre 28.5. 1337 Cumartesi tarihinde Otuzyedinci İçtima'da yapılan bir konuşmada Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin Mısır'daki Türk esir kampında İngiliz doktorlar, garnizon komutanı ve kamptaki İngiliz askerlerin onbeşbin esiri kasten kör ettikleri nedeniyle haklarında siyasi takibatın başlatılması için harekete geçilmesinin karar altına alındığını gösteriyor.” deniliyor. İddiaya göre 16. Tümenin 48. Piyade Tümeninden esir düşen 15 bin asker Krizol kazanlarına sokulmak suretiyle kör edilmişti. Ancak, Gazze saldırıları sırasında İngilizlerin gaz kullanması nedeniyle ve bu sırada hemen tüm bir ordunun esir alındığı değerlendirildiğinde, bir kısım askerin bu nedenle kör olduğu düşünülebilir.
Krezol (lizol) adlı dezenfektan ise hepimizin eskiden berberlerde ustura konulan kavanozlarda gördüğü menevişli mor renkli sıvıdır. Sulandırılıp kullanılırdı. Yan etkileri ise ancak 1930’lu yıllarda tespit dildi..
Birden aklımda sorular oluştu.

Ne oldu bunlara? Kimdiler bu bir Hristiyan Batılı Alman imparatorluğunun yine bir başka Batılı Hristiyan Anglo Sakson İngiliz imparatorluğunun SÖMÜRGE tanrılarına açtığı savaşta ölen Anadolu’lu ve sair tebadan GARİPLER? Esir düşenler….Kim di bu sömürgecilerin kurbanları ? Bu kadar kişinin kör edildiğine dair sayılara nasıl ulaşıldı? Yarı kör olanlar var mıydı ?”

Osmanlı toplumu 18. ve 19. yüzyılı Osmanlı-Rus savaşlarıyla geçirdikten sonra, 20. yüzyılın başlarında ilk 10 yılda 1911 Trablusgarp, 1912 Balkan, 1914-1918 Birinci Dünya ve 1919-1922 Kurtuluş Savaşını yaşamıştır.

Birinci Dünya Savaşı 28 Temmuz 1914 tarihinde Avrupa'da başlamış, ancak Asya’dan Pasifiğe kadar dünyanın diğer ülkeleri ve sömürgelere de yayılması nedeniyle hemen tüm Dünyanın katıldığı bir savaş olmuş ve 1918 yılında sona ermiştir. Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesi'ni imzalamakla bu savaştan çekilmiştir.

Birinci Dünya Savaşı Almanya, Avusturya-Macaristan imparatorluğu orduları önderliğindeki sömürgeleri ve Osmanlı Devletinin oluşturduğu ittifak orduları kampı ile İngiltere, Fransa, Rusya ve ABD orduları önderliğindeki sömürge savaşçılarının oluşturduğu itilaf devletleri arasında gerçekleşmiştir.

Savaşın ana nedenleri arasında Fransız İhtilalinin doğurduğu anlayış, milliyetçilik anlayışının doğuşu, sömürgecilik zihniyeti ve bundan doğan sömürge kapma rekabeti, endüstrileşmenin getirdiği silahlanma yarışı ve günümüze kadar çözümlenemeden devam eden Doğu sorunu sayılabilir.

Balkan Savaşları sonrası Osmanlı Savaşçı Gücü

İnsan kaynakları anlamında Osmanlı Genel Kurmayı imparatorluğun yaklaşık 2 milyon askeri harekete geçireceğine inanmaktaydı. Ancak bu sayıya hiçbir zaman ulaşılamadı. 1914 yazında 1893 ve 1894 tertip askerler silah altına çağrıldı (her tertip yaklaşık 90 bin asker demekti). Barış zamanında Ordu gücü 200,000 asker ve 8,000 subaydan oluşmaktaydı. 1914 yazında hazır kuvvetler sayısı 10 bin olup piyade sayısı ise 4000 kadardı. Savaşan ordu gücünü faal hale getirmek için 477,868 asker ve 12,469 subaya ihtiyaç vardı. Yedek artillery ya da teknik güç yoktu. Genelkurmay ise yaklaşık 1,000,000 personel ve 210,000 hayvanın her an silah altına alınabileceğine, seferberlik ilanını takiben ordu personelinin her durumda 460,000 asker, 14,500 subay ve 160,000 hayvanı hemen toplayacağına inanıyordu. Bunlara ağır silahlarla donatılmış 42,000 Jandarma kuvvetini de eklemek gerek. Genel kurmay 500 bin kişilik bir orduyu operasyonel hale getirmeyi planlıyordu. Kalan personel ise kale komutanlıklarında, sahil korumada, garnizon komutanlıklarında, muhabere vs. görevlerde tutulabilecekti. Toplam sıhhiye kapasitesi ise 37,000 yatak olup bunların 14 bini İstanbuldaydı. Osmanlı ordusunun Motorize ve hava gücü ise hemen yok gibiydi.

1912 Balkan savaşları başlamadan önce, tüm Osmanlı topraklarına yayılmış olan garnizon sistemi yeterli kalıyordu. Ordu gücünün %90’ı Balkan savaşlarına katılmıştı. Bu savaşlar sonrasında kayıplar 250 bin’e ulaşmıştı. Bu İmparatorluk için beklenmeyen bir kayıptı. Düzenli ordunun hemen tamamı savaş dışı kalmış, yok olmuştu.Ordu zor durumdaydı. Bu yetmezmiş gibi ordunun hemen tamamı Çanakkaleye kaydırılmıştı. Bu durumda Balkan Savaşlarını takiben Ordunun yeniden organize olması gerekiyordu. Birinci Dünya savaşından hemen öncesine kadar bu süreç tamamlanamamıştı. Ordunun savaş gücü düşüktü ve tamamen faal hale gelmesi yılları alacaktır.

Balkan savaşları öncesiyle karşılaştırıldığında Dünya savaşı öncesi Osmanlı Ordularının durumu içler acısıdır. Eğitimli personelinin hemen yarısını kaybetmiş olan Osmanlı ordularının savaşa girmesi bile akıl alacak bir durum değildir. 4 yıl süresince Dünya savaşında savaşan orduların bu kadar süre dayanması inanılmaz bir durumdur.
İngilizlerin Mezopotamyaya yaptıkları saldırıların temel ve resmi nedeninin Anglo-Persian Petrol Şirketi çıkarlarını korumak olduğu biliniyor. Diğer savaş taktiklerinin yanı sıra “Hush Hush Brigade” adıyla bilinen ve İngilizler, Amerikalılar, Kanadalılar, Anadolu Ermenileri, Yunanlılar, Fransızlar, Yeni Zelandalı başıbozuk, vahşi paralı askerlerden Bağdat’ta oluşturulup İrana’a yollanan ve buradan Ermeni ve Gürcüleri kışkırtmak üzere faaliyet gösteren birlikler olduğunu da (1)
Aralık 1917 itibarıyla 300 binden fazla askerin firar ettiği bir ordu düşünün, ve bunların bir çoğunun kendi ülkelerinde düşmandan kaçtıklarını, çeteleştiklerini, halkı soyduklarını ve hatta kışkırttıklarını ve hatta kurtuluş savaşında 10 bin civarında kişinin firar ettiği bir ordu(2) ve Arabistan çöllerinde ihanet eden Osmanlı tebası halklar..(3) Tabii ki bu kadar hainin olduğu yerde kahramanlar da vardır. Ancak bu kahramanları bugün pek fazla kimse anmaz, düşünmez.

Bu yazı konusu pek az bilinen Arabistan çölleri, Yemen, Filistin, Irak, İran, Suriye, Mısır, Trablusgarp gibi yerlerde savaşan dedelerimin çektikleri acıları bireysel olarak anlamam arzusundan yola çıkılarak araştırıldı. Tabii “Katran Kazanında Sterilize” adlı kitap bu arzuyu tetikleyen unsur oldu. Bu bağlamda araştırmayı yapan şahıslara minnettarım. Bilmediğim şeyleri sayelerinde öğrendim.

Kızıl haç raporları ve sair belgelerden edindiğim izlenimlere göre sıradan erin yaşamı gerçekten subaylara nazaran daha zor imiş. Ancak Osmanlı ordularının savaş hali durumu göz önüne alındığında, erlerin esir olarak kamplardaki yaşamlarının orduda olmaktan daha iyi olduğu kanısına vardım. Yazı başlangıcında sözünü ettiğim kitaptaki iddialar bence bireysel tecrübeleri, belki de bireysel kinleri ortaya koymuş olanların anlattıklarını andırıyor. 15 bin gibi bir sayı verilerek bu insanların bilinçli olarak kamplarda kör edildiği bana gerçekçi gelmiyor. Çünkü, aksi takdirde bu 15 bin insan savaş sonrası nereye gitti ? Ne oldu bunlara ? Bunlardan hiç mi ortaya çıkıp olan biteni anlatmadı? Bu 15 bin insanın kör edildiğini gören en azından 15 bin tane de sağlam insan olması gerekirdi. Kızılayın da bu konularda bilgisi olduğu çeşitli yabancı kaynaklarda görülüyor, peki Kızılay kaynakları ne diyor? Tabii bu bulgulardan hiç esir iken ya da savaş sırasında kör olan yoktu diye yola çıkmak da abesle iştigal olurdu. Elbette kör olan askerler varmıştır ama ben bunların savaş nedeniyle ve kızgın çöllerde yakıcı kum fırtınalarında kör olma olasılığının daha fazla olduğunu düşünüyorum. Diğer taraftan, savaşlardan sonra toplumumuzun mecazi anlamda “kör” olduğunu ise burada teslim etmek istiyorum.
Bu söylediklerimden İngilizlerin esirlere çok iyi davrandığı sonucunu çıkarmak ta akıl işi değildir. Sonuçta savaş bir ölme ve öldürme oyunudur. Bir çok esir Osmanlı tebasının İngilizler ve Fransızlar ve Ruslar elinde kötü davranışa, işkenceye, katliama maruz kaldığı da zaten Müttefiklerin kendi kayıtlarında, bireylerin yazdıkları günlüklerde, torunlarına vicdan azabıyla anlattıkları kayıtlarda kısmen vardır. Tıpkı Osmanlı ordularının eline düşen bazı askerlere bazı şahıslar tarafından kötü davranıldığının, işkenceler yapıldığının bilindiği gibi. Ancak şu bir gerçektir ki esir Osmanlı askerleri kamplara ilk getirildiklerinde lizol ekli kazanlara sokulmuşlar. Bu eylem ise her ordunun temizlik anlamında yaptığı ve savaş kurallarına göre yapması gereken bir şey. Bunu Osmanlı orduları da yapmış. Sadece yöntemler ve kullanılan malzemeler farklı olabiliyor. (4)
Hülasa, konu insanın kanını donduracak öyküler ve olaylarla doludur. Şunu aklıma bir kez daha, bu araştırma vasıtasıyla, kazıdım; geçmişini anlayamayan halklar gelecekte köle olmaya mahkumdurlar. Kendi tarihimizi bilmediğimizi, belki de öğretilmediğimizi düşünürken köleleşmeye karşı bir bilinçlendirme ve eğitim savaşının, aydınlanma savaşının tam sırası olduğunu düşünüyorum. Konu ile ilgilenenler aşağıda da birkaç tanesini verdiğim sitelerden yola çıkarak muazzam bir tarihi bilgi yumağına dalabilirler. Her durumda internette “Turkish POW” şekline araştırma yapmanız, İngilizce bilenler için muhteşem bir savaş kurgusunu, zaferleri, yenilgileri, insan acılarını, sömürgeci ve emperyalist arzuların, yani insanoğlunun hemcinsi bireylerin kalplerinde yol açtıkları sızıları gözler önüne serecektir.

Bu yazı konusu kahramanların kayıp mezarlarında rahat ve huzur içinde ve ruhlarının bizlerle olmasını diliyorum.

Savaş Esirleri

Savaş esirinin yaşamı depresyon, kızgınlık, endişe, korku, umutsuzluk, belirsizlik, zaman zaman eğlenceden oluşan bir kaos olmalı. Esirlerin birçoğu, şüphesiz, kaçma hayalleriyle yaşamını sürdürmüştür bu kamplarda. Tüm dünya esir nüfusundan 716 kadarı kamplardan kaçmayı başarmıştır. İşgal altındaki topraklara kaçan bu esirlerin bir kısmı direnişçilere katılmış ve sivil halkın yaşadıklarını tatmıştır.

Mısırda 15 bin askerin kör edilmesiyle ilgili yaptığım araştırmalar sonucu elde ettiğim tek somut bilgi Uluslararası Kızıl Haç Örgütünün konu ile ilgili 2004 yılında yazdığı orijinal raporların tercümesi oldu. Bu raporda çeşitli kamplara ziyaretler yapıldığı raporlarla belirli. Rapor 50 sayfanın üzerinde olduğu için ve dergimizin fiziksel olarak bunu basamayacağı düşüncesiyle özellikle Subayların tutulduğu söz konusu Sidibişir kampı ve Subay eşlerinin ve sair sivillerin tutulduğu Kale kampı ile ilgili kısımları özetler halinde tercüme ettim. Kızıl Haç çalışmalarına Kızılay’ın da katıldığı yazılıyor. Dolayısıyla Kızılay kayıtlarının da karşılaştırmalı olarak incelenmesi gerekir.

Yine araştırmalarım sırasında İngiltere İsle of Man adasında da bir kamp olduğunu ve bir dönem burada Türk esirler tutulduğunu ve bunlardan 6 tanesinin (ve iki Yahudi şahsın) mezarlarının olduğunu tespit ettim. Adadaki mezarlıkta bulunan şahısların isimleri ve mezar taşlarının resimleriyle anılarına dikilmiş bir mozole resimlerini bu sayfalarda göreceksiniz. Bu konuda bana yardımcı olup bilgi ve zamanını verip resim çeken ManxNotebook editörü Bayan Francis Coakley’e (http://www.isle-of-man.com/manxnotebook/) minnettarım.

(www.findagrave.com/cgi-bin/fg.cgi?page=gr&GSob=c&GScid=2159650&GRid=12542827&)
Bulduğum bir başka veri ise Hindistan’da 800 yataklı Deolali hastanesine de her zaman için en azından 500 kadar esir Osmanlının bulunduğu idi. Bu demektir ki epey fazla bir esir asker grubu Hindistan’a götürülmüştü. Bu bilgileri ise Avustralya Savaş Müzesinin “sağlık ekipleri” ile ilgili raporlarında buldum.( http://www.awm.gov.au/journal/j36/nurses.htm)
Yine bir başka bilgi ise Sarıkamış harekâtında esir olan askerlerle ilgiliydi. Sarıkamış Dayanışma Grubunun artık gizliliği kalmayan KGB kaynaklarından edindiği bilgilere göre 10 bin kadar Osmanlı asker ve sivil esir alınmış ve “cehennem Adası” olarak adlandırılan Nargin Adasına götürülmüştür. Bu insanlar işgal altındaki Erzincan Erzurum hattındaki köy ve kasabalardan toplanmışlardır. Akıbetleri açlık ve gurbette esaret altında ölüm olmuştur. Savaşın Etkileri

Dünya Savaşında Toplam 53 milyon insan kayıp verilmiştir. (www.en.wikipedia.org/wiki/Image:SinaiWW1.jpg)

Savaş Esiri sayısı ise 2 milyon civarındadır (bkz. UNESCO Kayıtları)

Savaş başladığında, 4 kıtaya yayılmış Osmanlı tebası 40 milyon civarında olup nüfusu 20 kadar farklı kökenden ve dinden oluşan çok kültürlü bir insan grubu oluşturur. Ortak özellikleri ise merkezi hükümete vergi vermeleridir. Bunun dışında din, dil, ırk ayrımı yoktur.

İngilizler savaş sonunda 550 bin civarında kayıp verdiler. Savaş süresince cepheye asker akıtan, ki bunların 300 bini cepheye varmadan firar etmiş ve eşkiyalık ya da isyancılık yapmıştır, Osmanlı saflarında savaşanlardan 1.550.000 insan şehit oldu. Yaklaşık rakamlarla bunların 253. 896’i Çanakkalede, 270.000’i Kafkasyada, 220.000’i Körfezde, 280.000’i Yemen’de, 280.000’i Kanal harekatlarında, 20.000’i Acem illerinde, 60.000’i Galiçya-Bulgaristan (Makedonya) cephesinde gelecek nesiller için can verdi ve sınırlar bu oluk oluk dökülen kanlarla çizildi.

Sykes-Picot Antlaşması, Balfour Deklerasyonu ve Londra Antlaşması ile Nüfuz paylaşımı sağlanmış Sömürü Düzeninin Yeni Sınırları çizilmiştir artık.

Anadolu bir dul ve yetimler ve engelliler nüfusu haline gelmiştir. Savaşlarla yaşanan devasa coğrafi daralma sonucu Anadolu “Türk”lerin sığınabileceği son kaleye dönüşmüştür.

Türkiye Cumhuriyeti 1927 yılında kurulduğunda, isyanlar, ihanetler, başkaldırılar ve savaş zayiatları sonucunda kalan 13 milyon 600 bin civarında bir nüfusa sahiptir.
( http://www.die.gov.tr/nufus_sayimi/2000Nufus_Kesin1.htm).

Bu yazının ana konusu olan 1. Dünya savaşında esir alınan dedelerimizden önce, Trablusgarp ve Balkanlarda şehit olan atalarımızı, ya da oralarda esirliği tadıp geri gelebilenleri ve savaşın acılarını tadmış olanları, ki bunlar arasında Yemen ve İstiklal Harbi Gazisi Ermenek doğumlu ana tarafından dedem Süleyman Evren (21 Yıl Askerlik yapmıştır) ve savaş yıllarını yaşamış Tunceli (Dersim) Mazgirt Beroç Köyü doğumlu (hakkında Harran Aşiretinden olduğu dışında bilgi sahibi olmadığım) baba tarafından dedem Hasan Şahin de vardır, artık rahmetle anmaktan ve akan kanlara layık nesiller olmaya çabalamaktan başka çare yok. Allah rahmet eylesin. Dualarımız onların ruhlarıyladır.

Benim araştırmalarım bu konunun üstesinden ne kendi başıma gelebileceğim ne de şehitler adına kayda değer bir şey yapabileceğimi gösterdi ama bu araştırma naçizane bir katkıdır.

Aradan 93 yıl geçmiş…

MISIR ESİR KAMPLARIYLA İLGİLİ KIZILHAÇ RAPORLARI ÖZETİ

Başlık: Mısırda Türk Esirler
Uluslararası Kızılhaç Delegasyonu Raporudur
Açıklanma Tarihi : 4 Ocak 2004 [EBook #10589]
Dili : İngilizce
Jonathan Ingram, Susan Woodring ve Tashih personeli tarafından üretilmiştir.
KızılHaç Delegasyonu Resmi Raporlarının Tercümesidir.
_(Documents publies a l'occasion de la Guerre Europeenne, 1914–1917)_
Yayın tarihi 1917

Aralık 1916 ve Ocak 1917 tarihlerinde Mısırda Türk Esir kamplarına yapılan ziyaretlerin raporudur.

~GİRİŞ~

Mısır İngiliz Kuvvetleri Başkomutanı General Murray izniyle Savaş Esirleri Dairesi İdarecisi Korgeneral II. G. Casson ve Albay Simpson yardımıyla bir program hazırlandı.

~1. HELIOPOLIS KAMPI.~

Tarih :2 Ocak 1917
Mevcut : 3,906 Türk astsubay ve asker.
3 Adet Sıhhiye Askeri, 2 Ermeni Doktor (Osmanlı Subayıdır). Kamp kapasitesi 15,000’dir.
_Yatakhaneler._--. …Koridorlarda yangına karşı kovalar bulunmakta olup esirlerin suyu içmesini engellemek amacıyla az miktarda Lizol karıştırılmıştır…..
Haftada bir kez kıyafetler dezenfekte edildiğinden kampta herhangi bir haşere yoktur.
_Tıbbi Bakım._--… Albay E.G. Garner ve 2 Ermeni Doktor kontrolündedir (Arsen Khoren ve Leon Samuel). Dört İngiliz hastabakıcı ve üç Türk askeri vardır.
Esirlerin %20 si Optalmia hastalığı vardır. Bu hastalığın nedeni ise yakalanmadan önce çölde geçirdikleri zamandır. Bu hastalar Çinko ve Protargol ile tedavi edilmekte.
Esirlerin genel anlamda sağlığı iyidir…
_İletişim._--…….Esirlerin birçoğunun parası var. Bazıları Türk Kızılayı aracılığıyla ailelerinden para alıyor… Esirlerin sadece birkaç tanesi okuryazar ama istedikleri an ve istedikleri kadar mektup yazma özgürlükleri vardır.
_Esir Destek Grubu._--Kampta yerleşik esir destek grubu yok ve herhangi bir maddi yardım yapılmıyor. İstanbullu Başçavuş Hüseyin Hasan kampta birçok yoksul asker olmasına rağmen bunlara yardım yollamanın gereksiz olduğunu çünkü askerlerin gıda, giyecek ve tütün anlamında çok iyi bakıldıklarını beyan etti.
_Esirlerin davranışı._--Her şeyden çok daha fazla etkilendiğimiz konu kamptaki disiplin ve temizliktir.. Ankara’dan Başçavuş Hassar Mohammed ve Konya’dan Hamit Abdallah esirler adına şikâyetleri olmadığını ve kendilerine iyi davranıldığını beyan etti.

~2. İKİ NUMARALI HASTANE, ABBASIYE, KAHİRE YAKINLARI.~
Tarih 2 Ocak 1917
…İngiliz Kızılhaç Hemşireleri ve 18 Türk hastabakıcı yaralı ve hastalara bakmakta.
_Temizlik._--..Su kalitesi iyidir ve Kahire sus sitemi kullanılmaktadır. Esirler istedikleri zaman sıcak-soğuk banyoları kullanabilir…
_Hastalıklar._--…….İngiliz doktorlar Türk hastalarının acıya dayanıklılıklarına hayrandır. Ziyaret güne kadar bakımı yapılan Türk hasta sayısı aşağıdaki gibidir:…
_Ölümler._-- 8 Ağustos 1916 ile 1 Ocak 1917 tarihleri arasında Abbasiye hastanesinde 45’i dizanteriden olmak üzere 66 Türk askeri ölmüştür. Dizanteriden ölen askerlerin çoğu Hicaz bölgesinden zayıf ve hasta olarak gelmiştir.

~3. MAADI KAMPI.~
Tarih : 3 Ocak 1917
Ana kamp Kahire’nin 9–1/3 mil güneyinde, Nil nehrinin sağ yatağı üzerindedir… Yakalanan tüm esirler önce buraya getirilmekte ve daha sonra Mısırda diğer kamplara dağıtılmaktadır.
_Mevcut._--5556 Türk astsubay ve asker. Bunlara kısa zaman önce Sina Çölünde El-Arişte yakalanan 1,200 personel dâhildir. Bu kampta Subay yoktur. Esirler arasında Türklerin yanı sıra Araplar, Ermeniler, Yunanlılar, Filistin ve Mezopotamya Yahudileri ve Senusi kabile askerleri vardır. Esirlerin birçoğuyla konuştuk. Yemekler konusunda bir şikâyetleri yok. Dikkate değer tek şikâyet çok sık pirinç yediğinden yakınan bir esirden geldi.
_Kıyafet._--…Kampa gelen esirler önce büyük bir bahçede soyunuyorlar. Sağlık nedenleriyle bu kıyafetler yok ediliyor. Dezenfekte edilen esirlere yeni kıyafetler veriliyor…
Yıkanmak için su bol. Kampta sıcak ve soğuk duşlar mevcut ve esirler en az haftada 1 kez banyo yapmak zorunda. İsteyenler günde 4 kez banyo yapabilir.
_Tıbbi Bakım._--..Kamp Baş Hekimi Yüzbaşı Scrimgeour olup barış döneminde
Nazareth’de çalışmakta imiş. Asistanları ise bir İngiliz doktor ve Suriyeli 4 Arap doktor. Doktorların tamamı Türkçe ve Arapça biliyor. 12 tane Türk hastabakıcı var. Gerektiğinde kampa Diş Hekimi geliyor.. Kamp açıldığından beridir 35 tersiyan ateşi vakası görülmüş…… Şu anda 6 trahoma vakası tedavi altında, protargol uygulanıyor…..
Savaş sırasında uzuv kaybeden 55 esir tedavi altında… Bunlardan 2 tanesi kör.
_Şikâyet Hakkı._-- Kamp komutanı her gün denetleme yapmakta. Esirlerin şikâyet hakkı var. Komutan Türkçe ve Arapça bilen birkaç İngiliz subayı aracılığıyla iletişim kuruyor. Buna ek olarak, esirlerin sık sık kampları ziyaret eden Korgeneral Casson’a temyiz hakkı var.
_Dini Vecibeler._-- Esirlerin dini vecibelerini yerine getirme fırsatları mevcut… Bazı esirler çoğu zaman Kuran okurken bir kısmı ise umursamıyor. Esirler arasında farklı ırklar, kökenler olmasına rağmen birbirleriyle iyi geçiniyorlar ve çatışma durumu çok az.
_Oyun ve Boş zamanlar… Esirlerin birçoğu renkli boncuklardan sanatsal yönü ağır cüzdanlar, bilezikler vs. yapıyor.
_İletişim_--Esirlere birkaç mektup dışında mektup gelmiyor. Kendi dillerinde 15 günde bir yazma hakları var ancak bunu kullanmıyorlar… Göründüğü kadarıyla Türkiye’ye yazılan mektupların çoğu, sahiplerinin bulunamamasından dolayı, geri gelmekte.. Bağdat alanında yakalan ve Burma’ya yollanan esirlerden bir kısmı evden para almış ancak Maadi kampına intikal ettirildikleri son bir-iki aydan beri para gelmemiş…
_Zihin Sağlığı._-- Esirlere sorduğumuz sorular sonucunda kendilerine uygulanan davranış konusunda herhangi bire şikâyet iletilmedi… Kahire’de görevli Ermeni Din Adamları hemşerilerine yardım ediyor….

~4. KAHİRE MISIR KIZIL HAÇ HASTANESİ~.
Tarih: 4 Ocak 1917
Prens Fuat Paşa idaresindeki Mısır Kızıl Haç Kurumu, Paşa tarafından dindaşlarına yardım etmek çabasıyla 1915 yılında yaralı ve hastalara yardım amacıyla kuruldu… Bu hastane tamamen Türk Kızılayı kontrolü altında olup Kahire Tıp Fakültesi Dekanı Profesör Dr. Keating aracılığıyla Kızıl Haç ile bağlantı içerisinde.
_Sıhhiye Personeli._-- Hastane doktorlarının tamamı Mısırlı. Başhekim Dr. Hilmi Bey’e ek olarak iki doktor, iki cerrah ve iki eczacı hastanede yerleşik.
_Hastalıklar._--Kuruluşundan beri Mısır Kızıl Haç Örgütü 2,245 yaralı ya da hastayı tedavi etti. Şu anda hastanede 149 esir olup, 8 tanesi Osmanlı Subayı, 141 i Osmanlı askeridir… Bunlardan 25 tanesi göz enfeksiyonu nedeniyle buradadır. 1915 ve 1916 yılları arasında ölümler 155’tir..

~5. KAHİRE KALESİ KAMPI.~
Tarih: 3 Ocak 1917
Bu kamp kalenin en önemli yapılarımdan olan Hazine Sarayında Kurulu ve sadece Mekke yakınlarında Hicazdan esir edilen kadın ve çocuklara ayrılmış.
_Mevcut._--Toplam 229 kadın ve 207 çocuk (7 tanesi kampta doğmuş). Kısa süre sonra 200 kadının daha getirilmesi bekleniyor… Esirler 3 sınıfa ayrılmış. 1. sınıf esirler subay eşleri ve çocukları; 2. sınıf esirler astsubay eş ve çocukları; 3. sınıf esirler ise er ve hizmetkârların eş ve çocukları. Bu sınıflandırma esirlerin sosyal statülerine mümkün olduğu kadar uyulmak amacıyla yapılmış…
_Gıda._-- Gıda tedariki tamamen özel teşebbüs elinde olup taşeronlar aracılığıyla sağlanıyor. Yiyecek tedariki her sınıf için aynı ve sınırsız.
_Temizlik_--Su şehir hatlarından alınıyor. Esirler istediği anda banyo alabilir. 1. sınıf esirler çamaşırları hizmetkârlara yaptırabilir ya da 3. sınıf kadınlara ücret ödeyerek yaptırabilir... Tuvaletlerde Türk usulü olup her birinde Lizol vardır. Bu tuvaletler her gün taşeronlar aracılığıyla Kahire ana kanalizasyon sistemine boşaltılıyor.

_Tıbbi Bakım ve Hastalıklar._--Başhekim Yüzbaşı Scrimgeour her gün kampa geliyor. Keza, 1 Yunan kökenli doktor haftada 4 gün kampı ziyaret ediyor. Her iki doktor da Türkçe ve Arapçayı iyi derecede konuşuyorlar. Müslümanların dişleri genel olarak sağlıklı olduğundan diş hekimine pek ihtiyaç duyulmuyor. Bu aşamada esirlerin sadece yüzde 5-10’u sağlık hizmetlerinden yararlanıyor ve bunların hemen tamamı bronşit, kabızlık, amel ve çocuklarla kadınlarda göz enfeksiyonlarından dolayı doktora başvuruyor.
_Eğitim._--Kampta bir okul kurulmuş ve 12 yaşına kadar olan çocukların okula gitmesi zorunlu. Bir bayan öğretmen çocuklara Türkçe, Arapça ve günde yarım saat İngilizce ders veriyor.
_Entelektüel Farklılıklar._-- Kadınların bu anlamda bir isteği ya da ihtiyacı olduğu gözlenmedi. Günlerini konuşarak ve sigara içerek geçiriyorlar.
_İş…. Tamamen gönüllüdür… Ancak kadınların birçoğunun yeterince parası olmasından dolayı bu konuda hevesli değiller...

~6. RAS-EL-TİN KAMPI.---
Tarih: 5 Ocak 1917

Sivil enterne kampı. Şam’a 5 km. mesafede deniz kenarındadır.
Kampta askerlik çağında 45 Osmanlı sivil ve 24 yaşlı erkek ya da çürük var.i

Kampta kalan esirlerden bazıları Hacca giderken Mekke Emiri’nin askerleri tarafından tutuklanmış ve İngilizlere teslim edilmiş. Bu kamp birkaç güne kadar boşaltılacak ve 5000 kişi kapasiteli Sidibişir kampına aktarılacakmış… Sidibişir kampında sivillere özel bir kısım ayrılacak…
1916 yılında Şam Amerikan Elçisi ve Atina Amerikan temsilcisi bu kampı ziyaret etmiş.

_Temizlik._-- Şam su siteminden gelen su yeterli ve sağlıklı..Tuvaletler kısmen Alaturka kısmen Alafranga olup her 10 kişiye 1 tuvalet düşüyor….Tuvaletler her gün dezenfekte ediliyor. Yerler ve tuvalet çukurları Lizol ile dezenfekte ediliyor. Üst kısımlar ise kireçle temizleniyor. Kanalizasyon denize akıyor. Süprüntüler ise özel bir ocakta yakılıyor…


_Tıbbi Bakım._-- Her gün sabah saat 9 da muayenehane açık olup aralarında 1 ya da 2 Osmanlı olan 9-10 kişi revire çıkıyor. İbrahim Assan adlı Fransızca ve İngilizce’yi güzel konuşan bir esir hastabakıcı-tercüman olarak görev yapmakta…kampta ya da Şam hastanesinde herhangi bir ölüm kaydı yok. İbrahim Hassan hastaların gereken hizmeti aldıklarını ve yerleşik doktora minnettar olduklarını belirtti.

_Dini vecibeler ve Eğlence._-- Esirler günlük ibadetlerini yapmakta. Sidibişir kampında bir Cami inşa edilecek.….Her akşam sinema gösterisi var. Kampta piyano ve armonika bulunmakta. Savaş öncesi Kahire’de fotoğrafçılık yapan bir esir kampta sanatını sürdürmekte.

_İş._-- Esirlerin çalışması talep edilmiyor...

_İletişim, Para havalesi ve Paketler._-- Az sayıda para havalesi gelmekte. Enterne edilen Türkler genel anlamda cahil. Eşleri Kahrede tutulan esirler ve zaman zaman onları ziyaret izni olanlar eşlerinin iyi bakıldığını bildiklerinden nadiren mektup yazıyor. Kampa nadiren paket geliyor ve bu anlamda gereklilikler açısından herhangi bir Sivil Toplum örgütü burayla ilgilenmiyor.

_Esir Destek Gönüllüleri._--Fransızca ve İngilizce’yi çok iyi konuşan Osmanlı tercüman aracılığıyla bize iletilen tek şikayet yoksul olan bir grup esirin şikayeti olup bir çoğu Türkler tarafından geleneksel olarak giyilen çarıkları giymek istemediklerini ve normal zamanda giydikleri şekilde kundura istedikleriydi. Tercümana bu kişilerin bir listesini çıkarmasını söyledik ve bu listeyi kamp komutanına onaylattıktan sonra bu şahıslara ihtiyaçları olan kıyafet ve ayakkabılarını almak üzere Osmanlı Kızılay’ı fonlarından 2,000 Frank göndermeyi kararlaştırdık

~7. Seydibeşir Kampı.~
(6 Ocak, 1917 tarihinde ziyaret edildi.)

Seydibeşir esir kampı İskenderiye şehrinin 15 kilometre kuzey doğusunda, deniz kıyısında sağlıklı bir noktada kuruludur.

Kamp Mevcudu; Kampta 430 subay tutulmakta olup bunlardan 60 tanesi 1915 Şubat ayından beridir burada bulunmaktadır. Ayrıca subaylarla beraber tutuklanan 410 emir eri vardır. Her bir Subayın bir emir eri bulunmaktayken ayrıca 10 tane imam ve 20 sivil vardır (siviller Mekke emiri

Kamp Komutanı Yarbay Coates’tur

Mısır Amerikan temsilcisi kampı iki kez ziyaret etmiştir.

Yatakhaneler; Seydibeşir kampı yatakhane düzeni biz vardığımız ana kadar henüz tamamlanamamış olup bazı binaların halen inşa edilmekte olduğunu gördük. Ancak subayların kalacağı yerler tamamlanmış olup bazı eşyalar dışında eksik yoktu.

Yönetmeliklere göre, her bir odada kalması gereken şahıs sayısı rütbeye göre belirlenmektedir. Yüzbaşı rütbesine kadar olanlar dört kişi bir odada olmak suretiyle yerleştirilmektedir. Yüzbaşı rütbesinde olanlar üç kişi bir odaya Albay rütbesinde olanlar ise iki kişi bir odaya olmak suretiyle yerleştirilmektedirler (daha üst rütbedeki subayların bazılarına tek kişilik odalar tahsis edilmektedir)Emir erleri başka yerde kalmaktadırlar. Binaların tamamı elektrikle aydınlatılmakta olup elektrik yerel bir santralden alınmaktadır.

Gıda; Subay kantini bir taşeron tarafından işletilmektedir. Subayların kendi aralarından seçtikleri bir tanesi menü hazırlama ve yemeklerin düzgün yapılmasından sorumludur. Menü seçeneği ve kalite konusunda herhangi bir sınırlama yoktur… Yiyeceklerle ilgili bize ulaşan herhangi bir şikâyet yoktur. Türk subaylar her birinde 150 kişilik oturma yeri olan iki salonu kullanıyorlar. Masaların üzerinde örtüler var; porselen ve sair takımlar uygundur.

Kıyafet; Türk subayların kıyafetleri mevsime uygundur. Arzu ettikleri takdirde her türlü kişisel bakım ürünleri ve sair malzeme satın alabilmelerinde bir kısıtlama yoktur. Çoğunluğu sivil kıyafetli olup fes takmaktadırlar. Şam’da işyeri olan bir tüccar zaman zaman siparişlerini almaktadır.

Emir erlerini kontrol ederken bazılarının çarşaf eksikliğinden ve çekmece yokluğundan şikâyet ettiklerini duyduk. Bizi şaşırtan bu duyumu takiben hemen inceleme başlattık. İnceleme sonuçlarına göre; emir erlerine yönetmeliklere göre verilmesi gereken çarşaflar verilmektedir ve bunlar alınırken imza karşılığında alınmaktadır. Ancak emir erlerinden bazıları bu çarşafları aldıktan sonra subaylara satmaktadır; eksiklikten şikâyet edenler ise bunlardır.

Temizlik; Şehir şebekesinden bol miktarda içme suyu gelmektedir.……..

Yatakhanelere uygun mesafede betondan 44 adet alaturka tuvalet bulunmaktadır. Tuvaletler yaklaşık beş metre derinliğinde kuyuların üzerine inşa edilmiş olup her gün kireç ve Lizol ile dezenfekte edilmektedir. Koku hemen yok gibidir.

Tıbbi Bakım; Seydibeşir kampındaki mahkûmların sağlığı ile İngiliz uyruklu Albay Gillespie ilgilenmekte olup yardımcısı ise daha evvel Halep’te doktorluk yapmış olan bir Ermeni doktordur. Her iki doktor da Arapça ve Türkçe konuşmaktadır. Dr. İbrahim adında bir Tabip Binbaşı hastanede esirlere yapılan cerrahi müdahalelere dâhil olmaktadır. Binbaşı esirlere verilen tıbbi bakım hizmetinden tamamen memnun olduğunu belirtmiştir. Diş problemleri olan subaylar İskenderiye’de bulunan bir diş hekimine götürülmektedir. Kampa yeni getirilenlere 14 gün süreli bir karantina uygulanmakta olup kampın bir başka özel bölümünde tutulmaktadırlar. Şu anda karantina altında 36 subay ve 34 emir eri bulunmaktadır.

Hastalık ve Ölümler; Seydibeşir kampında tutulan tüm subaylar çiçek hastalığı, tifo ve kolera hastalıklarına karşı aşılanmaktadır ve kampta herhangi bir salgın yoktur. Her gün üç ya da beş subay revire çıkmaktadır. Haftalık olarak yaklaşık 6 hafif sıtma hadisesi görülmekte olup her ay üç ya da beş koli basili dizanteri vakası görülmekte ve serum uygulamasıyla tedavi edilmektedir. Daha ciddi olan tek bir dizanteri vakası İskenderiye’de bulunan İngiliz hastanesine sevk edilmiştir. Yaz aylarında hafif şiddette bazı ishal akaları görülmektedir. Subay emir erleri arasında üç adet trahoma vakası görülmüştür. Hicaz’dan gelen dört adet tüberküloz hastası kampa alınmadan doğrudan hastaneye alınmış ancak bunlardan iki tanesi 20 ve 30 günlük tedavilerin ardından ölmüştür.

Şu anda Seydibeşir revirinde:
Ayağında yara olan bir subay, farenjit hastası bir subay ve Yüzde ½ albümin problemi olan bir subay bulunmaktadır.
Türk subaylarından bazıları savaş sırasında yaralanmıştır:

Bunlarda bir tanesi kalçadan kesilmiş ve yapay organ takılmıştır. Bir tanesinin her iki ön kolu kırılmış ve dört kez cerrahi müdahale yapılmıştır. Bu şahıs şu anda iyileşme dönemindedir.

Bir tanesi kafatasında kırıklıktan dolayı yarı felç geçirmiş ancak şimdi yeniden hareket edebilmekte ve koltuk değnekleri yardımıyla yürüyebilmektedir. Ayağı sakat olan bir başka subay ise bacakta bulunan ana sinirlerden birisinin parçalanması nedeniyle topallamaktadır.

Mekke Kadısı Salih Sıdkı kronik Mide ağzı problemi nedeniyle kendisine hastanede yapılan cerrahi müdahale ve bakımdan dolayı İngiliz yetkililerine olan minnettarlığını bildiren bir mektubu bize vermiştir.

Mahkûmların talepleri; Bazı subaylar ihtiyaçlarını almak üzere İskenderiye’ye bırakılmamaktan şikâyet etmişlerdir; ancak şu durumda böyle bir talep yerine getirilememektedir. Diğer taraftan, subayların bir kısmı Kahire’ye gitme ve eşlerini görme izni almış olup bu iyilik bazı nadir durumlarda yapılmıştır ve genele uygulanamayacağı açıktır. Bazı subayların talep ettiği üzere bu izinleri oğulları, kardeşleri ya da sair akrabaları görmek isteyenlere vermek açıktır ki mümkün değildir.

Kaçmayacaklarına dair şart olması halinde, Subaylara 26 kişilik gruplar halinde ve silahsız bir asker gözetiminde her sabah kamp dışında iki saat yürüme izni teklif edilmiş ancak subaylar şartlı getirilen bir teklifin kabul edilmeyeceğini beyan ederek bu teklifi ret etmişlerdir.

Barakalara son zamanlarda yağmur suyunun sızdığına dair birkaç şikâyet aldık ancak böyle bir durumun nadiren ortaya çıkmış olması önemli olarak değerlendirilebilecek bir şikâyet değildi.

Ödenekler; Subaylara yapılan ödenekler Savaş Kabinesi tarafından belirlenmekte. Teğmenlere günde 5 Frank, Binbaşılara günde 5 Frank 75 ve üst rütbelilere ise rütbeye göre ödenek yapılmakta.

Emir erleri, sade nefer olduklarından herhangi bir ödenek almamaktadırlar. Bunların bazılarına subayları para vermekte bazılarına ise vermemektedir. Çoğunluğunun parası var ancak yine de kamp kumandanına en fakir askerlerin acil ihtiyaçlarında kullanılmak üzere 20 lira bıraktık.

İletişim; Mahkûmlar istedikleri kadar mektup yazabilirler ancak bu ayrıcalıktan hemen hemen hiç faydalanmıyorlar ve kural olarak çok az mektup alıyorlar. Mektupları 40-45 günde ellerine ulaşıyor. Kampa gelen para havalesi sayısı ise çok az.

Dini vecibeler ve Eğlence; Mahkûmların dini inançlarına göre ibadet etme konusunda her türlü olanakları mevcut.……. Kamp içerisinde bir adet cami bulunmakta.

Kampta 40 adet müzik aleti bulunmakta; subaylar için bir adet piyano kiralanmış.

Mahkûmlar futbol, tenis, kâğıt oyunları ve satranç oynuyorlar. Birçoğu ise okumakla vakit geçiriyor.

~8. Bilbeis Kampı.~
(16 Ocak, 1917 tarihinde ziyaret edildi.)

Bilbeis Kampı Kahire’nin 65 kilometre kuzey doğusunda kurulu olup ziyaret tarihinde aşağıda gruplandığı şekilde 540 mahkûm vardır:

Birinci Bölük. Osmanlı ordusuna mensup 9 Arap asker; Suriye’den 5 Türk askeri; 30 Mısırlı

İkinci Bölük. Trablusgarp’tan yüz yetmiş beş Senoussi ve asker. Batı’dan 185 bedevi ve farklı uluslardan sivil esirler.

Türk sayısı az olmasına rağmen kampı ziyaret etmenin doğru olduğunu düşündük. Bu kampta da Mısır’da bulunan diğer kamplardaki esirlere uygulanan muamelenin aynı olduğu konusunda emin olmak istedik.
Kamp komutanı Albay Collins’tir.

Temizlik
Tuvaletler Türk usulü olup her gün boşaltılan kovalardan oluşmaktadır ve Kireç/Lizol ile dezenfekte edilmektedir. Kampta koku mevcut değildir.

Tıbbi Bakım; Dr. İbrahim Zabaji, Suriyeli bir Mülteci doktor kampın tıbbi işlerinden sorumludur.

3 tane Türk ve 1 tane Kıpti hastabakıcı bulunmakta.

10 kişi trahoma hastası olup protargol ile tedavileri yapılmakta.

… Şu anda hastanede yatan 4 hasta vardır: 1 tane göz problemi, 1 tane tüberküloz vakası, 1 tane bronşit vakası ve 2 tane ateşli vaka gözlem altındadır.

Bu kampın kuruluşundan beri 6 esir ölmüştür.

İletişim; Cahil sayısının çok fazla olması nedeniyle ( %98) çok az mektup yazılıyor. Göçer kabile üyelerine mensup olanlar için iletişim hemen tamamen yok.

Din; Tek bir Kıpti dışında, tüm mahkûmlar Müslümandır. Aralarında birçok imam vardır.

Disiplin ve davranışlar; Disiplin konusunda herhangi bir şikâyet yok, herhangi bir kaçma girişimi olmamış. Irk anlamında farklılıklar olmasına rağmen mahkûmlar arsında nadiren anlaşmazlıklar oluyor ve yetkililerin müdahalesine pek gerek olmuyor. Yaşlı ve takatsiz olup kendisine özel bir çadırda kalan bir şeyh ile görüştük; her anlamda memnun olduğunu bildirdi.

~SONUÇLAR~
Cenevre merkezli Uluslar arası Kızıl haç Komitesi savaşın başlangıcından beri karşıt ülkelerin savaş esirleri ve sivil gözaltı kamplarına ziyaretler organize etmiştir.

Mısır kamplarını incelemek üzere gönderilen misyon görevlileri MM. Dr. F. Blanched, E.
Schoch, ve F. Thormeyer hâlihazırda Almanya, Fransa, Fas ve Rusya’da kampları incelemişlerdir. Mısır kamplarında bulunan mahkûmları diğer bölge kamplarıyla karşılaştırma iznine sahiptirler.


Burada gözlemlerimizi özetleyeceğiz.

Heliopolis, Maadi, Kahire Hisarı, Ras-el-Tin, Sidi Bishr kampları ile Abbassiah ve Mısır Kızıl haç Hastanelerini ziyaret ettik.


Sağlık bakanlığı her yerde gerçekten dikkate değer şekilde organize olmuş. İçme suyu ve kullanma suyu bolca mevcut.
Her kampta bir adet dezenfekte fırını var ve çarşaflar ile kıyafetler haftada bir kez mikroplardan arındırılıyor. Herhangi bir yerde haşere göremedik.

Cepheden yeni gelen askerlerin temizliği ile ilgili olarak özel ilgileniliyor. Bu önlemlerin bir sonucu olarak ve aşılama faaliyetleri neticesinde kamplarda herhangi bir salgın yok. Her kampta İngiliz doktorlar nezaretinde ve Ermeni ve Suriyeli doktorlar yardımıyla gerekli tıbbi bakım verildiği görüldü. Hastanede çalışan görevliler buraları tamamen düzenli tutmaktalar.

Diş Hekimliği ihtiyacı olur ise ki Osmanlılar arasında nadiren diş problemi görülmekte, şehirde ya da kampta bulunan diş hekimleri kullanılmakta.

Kamplarda buluna kayıtlar incelendiğinde temizliğin iyi durumda olduğunu tespit ettik.

Cahil mahkûmların had safhada olmasından dolayı iletişim diğer kamplardakinden çok daha az. Mesafelerin çok fazla olmasından dolayı mektupların getirilip götürmesi çok uzun süre alıyor. Sansür ise liberal seviyelerde olup herhangi bir şikâyete yol açmıyor. Türkiye’den yollanan Para havaleleri eksiksiz ödeniyor ancak hem havale hem de paket sayısı çok kısıtlı.

Türk esirlerin disiplininin olağanüstü olduğunu duymaktan memnuniyet duyduk. Kendi subaylarının bunda etkisi çok büyük.
Özetle, dikkatle yaptığımız gözlemlere dayanarak, kampların idarecileri, kumandanları ve müfettişleri mahkûmlara insan gibi davranmakta ve zorlukları yumuşatmakta ellerinden geleni yapmaktadırlar.

Gözlemlediğimiz üzere İngiliz hükümetinin sivil gözaltı vakalarının değişimi konusundaki teklifleri yakında sonuç verecek olup ve umarız ki bu önlem sakatlanmış olan tüm sair savaş esirleri için de uygulanacaktır.

KAHİRE, OCAK, 1917_.

ULUSLARARASI KIZIL HAÇ KOMİTESİ TEMSİLCİLERİ.
Dr. F. BLANCHOD.
F. THORMEYER.
EMMANUEL SCHOCH.



İngilizlerin Mezopotamyaya yaptıkları saldırıların temel ve resmi nedeninin Anglo-Persian Petrol Şirketi çıkarlarını korumak olduğu biliniyor. Diğer savaş taktiklerinin yanı sıra “Hush Hush Brigade” adıyla bilinen ve İngilizler, Amerikalılar, Kanadalılar, Anadolu Ermenileri, Yunanlılar, Fransızlar, Yeni Zelandalı başıbozuk, vahşi paralı askerlerden Bağdat’ta oluşturulup İrana’a yollanan ve buradan Ermeni ve Gürcüleri kışkırtmak üzere faaliyet gösteren birlikler olduğunu da (1)
Aralık 1917 itibarıyla 300 binden fazla askerin firar ettiği bir ordu düşünün, ve bunların bir çoğunun kendi ülkelerinde düşmandan kaçtıklarını, çeteleştiklerini, halkı soyduklarını ve hatta kışkırttıklarını ve hatta kurtuluş savaşında 10 bin civarında kişinin firar ettiği bir ordu(2) ve Arabistan çöllerinde ihanet eden Osmanlı tebası halklar..(3) Tabii ki bu kadar hainin olduğu yerde kahramanlar da vardır. Ancak bu kahramanları bugün pek fazla kimse anmaz, düşünmez.

Bu yazı konusu pek az bilinen Arabistan çölleri, Yemen, Filistin, Irak, İran, Suriye, Mısır, Trablusgarp gibi yerlerde savaşan dedelerimin çektikleri acıları bireysel olarak anlamam arzusundan yola çıkılarak araştırıldı. Tabii “Katran Kazanında Sterilize” adlı kitap bu arzuyu tetikleyen unsur oldu. Bu bağlamda araştırmayı yapan şahıslara minnettarım. Bilmediğim şeyleri sayelerinde öğrendim.

Kızıl haç raporları ve sair belgelerden edindiğim izlenimlere göre sıradan erin yaşamı gerçekten subaylara nazaran daha zor imiş. Ancak Osmanlı ordularının savaş hali durumu göz önüne alındığında, erlerin esir olarak kamplardaki yaşamlarının orduda olmaktan daha iyi olduğu kanısına vardım. Yazı başlangıcında sözünü ettiğim kitaptaki iddialar bence bireysel tecrübeleri, belki de bireysel kinleri ortaya koymuş olanların anlattıklarını andırıyor. 15 bin gibi bir sayı verilerek bu insanların bilinçli olarak kamplarda kör edildiği bana gerçekçi gelmiyor. Çünkü, aksi takdirde bu 15 bin insan savaş sonrası nereye gitti ? Ne oldu bunlara ? Bunlardan hiç mi ortaya çıkıp olan biteni anlatmadı? Bu 15 bin insanın kör edildiğini gören en azından 15 bin tane de sağlam insan olması gerekirdi. Kızılayın da bu konularda bilgisi olduğu çeşitli yabancı kaynaklarda görülüyor, peki Kızılay kaynakları ne diyor? Tabii bu bulgulardan hiç esir iken ya da savaş sırasında kör olan yoktu diye yola çıkmak da abesle iştigal olurdu. Elbette kör olan askerler varmıştır ama ben bunların savaş nedeniyle ve kızgın çöllerde yakıcı kum fırtınalarında kör olma olasılığının daha fazla olduğunu düşünüyorum. Diğer taraftan, savaşlardan sonra toplumumuzun mecazi anlamda “kör” olduğunu ise burada teslim etmek istiyorum.

Üstelik o dönemde Anadolu’dan gelen insanların büyük çoğunluğunda trahoma hastalığı olduğu, konunun Amerikan elçiliği vasıtasıyla o dönemde incelendiği, kızgın çöl kumlarının sadece Türk değil İngiliz askerlerinin gözlerinde de problem yarattığı, ve sonuçta bu iddianın geçersiz olduğunu anlayan hükümetin işin peşini bıraktığı gerçeği var.

Bu söylediklerimden İngilizlerin esirlere çok iyi davrandığı sonucunu çıkarmak ta akıl işi değildir. Sonuçta savaş bir ölme ve öldürme oyunudur. Bir çok esir Osmanlı tebasının İngilizler ve Fransızlar ve Ruslar elinde kötü davranışa, işkenceye, katliama maruz kaldığı da zaten Müttefiklerin kendi kayıtlarında, bireylerin yazdıkları günlüklerde, torunlarına vicdan azabıyla anlattıkları kayıtlarda kısmen vardır. Tıpkı Osmanlı ordularının eline düşen bazı askerlere bazı şahıslar tarafından kötü davranıldığının, işkenceler yapıldığının bilindiği gibi. Ancak şu bir gerçektir ki esir Osmanlı askerleri kamplara ilk getirildiklerinde lizol ekli kazanlara sokulmuşlar. Bu eylem ise her ordunun temizlik anlamında yaptığı ve savaş kurallarına göre yapması gereken bir şey. Bunu Osmanlı orduları da yapmış. Sadece yöntemler ve kullanılan malzemeler farklı olabiliyor. (4)

Hülasa, konu insanın kanını donduracak öyküler ve olaylarla doludur. Şunu aklıma bir kez daha, bu araştırma vasıtasıyla, kazıdım; geçmişini anlayamayan halklar gelecekte köle olmaya mahkumdurlar. Kendi tarihimizi bilmediğimizi, belki de öğretilmediğimizi düşünürken köleleşmeye karşı bir bilinçlendirme ve eğitim savaşının, aydınlanma savaşının tam sırası olduğunu düşünüyorum. Konu ile ilgilenenler aşağıda da birkaç tanesini verdiğim sitelerden yola çıkarak muazzam bir tarihi bilgi yumağına dalabilirler. Her durumda internette “Turkish POW” şekline araştırma yapmanız, İngilizce bilenler için muhteşem bir savaş kurgusunu, zaferleri, yenilgileri, insan acılarını, sömürgeci ve emperyalist arzuların, yani insanoğlunun hemcinsi bireylerin kalplerinde yol açtıkları sızıları gözler önüne serecektir.

Bu yazı konusu kahramanların kayıp mezarlarında rahat ve huzur içinde ve ruhlarının bizlerle olmasını diliyorum.


1) The report of LTC Edward Davis, US Cavalry 29 July 1918 to Chief of Military Intelligence Branch Washington, DC, National Archives, Military Intelligence Branch Records, Accession No. 2017-20, dated 29 July 1918, copy 1 of 3.
2) Erik-Jan Zürcher (Refusing by other means: Desertions in the Late Ottoman empire) http://tulp.leidenuniv.nl/content_docs/wap/ejz23.pdf
3) Yigal Sheffy British Military Intelligence in the Palestine Campaign 1914-1918 (London, Frank Cass 1998)
Konu ile ilgili fotoğraflar www.awm.gov.au adresli Avustralya devlet arşivleri kayıtlarında görülebilir (ref: P03137.002) http://www.richthofen.com/eef/dispatch_121617c.htm
http://www.telstudies.org/forums/index.php?showtopic=194

1 comment:

  1. Çok güzel bir yazı olmuş, kutlarım.
    Gültekin Orhon

    ReplyDelete

Thank You...Teşekkürler